29 Aralık 2009 Salı

Nebil Tahincioğlu ile söyleşi; Beşinci yazı

Değerli İzleyici,
Ekim sonu Muğla/Köyceğiz, ardılı hafta Kasım ayı Ankara, Kulu, Uçhisar ve Ürgüp'ten geçti yolumuz, söyleşiler yaptık. Sayın Tahincioğlu salt bir işadamı değil, bir ide bankası gibi sürekli yeni tasarımlar peşinde koşan ve daha ilk okulda, dahiler sınıfına alınan bir insan.

Nebil Bey çocukluk anılarıyla ilerleyen bu söyleşide bir Tahincioğlu ailesi, Mardin öyküsü de sunuyor bizlere.

Sırası geldikçe aralıklarla birkaç kez sürecek olan söyleşinin ilk bölümünü birlikte izleyelim.

Sevgi içtenlik...
Tekin Sonmez, Stockholm, 29 Aralık 2009
SORU; Sayın Nebil Tahincioğlu 1000 metrekarelik Kongre merkezini açtınız. Biraz bilgi verir misiniz? Buna kongre merkezi diyebilir miyiz?
YANIT; Evet kongre merkezi. Burası 1000 metrekarelik 1500 kişi alabilen ana salonun dışında, dokuz ilave salondan oluşan bir kompleks. Convention center da diyoruz, İngilizcesi.

SORU; Bir ana salon, dokuz ilave salon! Müthiş! Türkiye açısından da müthiş! Bir sıralama var mı? Büyüklük ve teknik olanaklarıyla Kapadokya bölgesi ya da Anadolu’da benzeri var mı?
YANIT; Tekin Bey, kongre merkezimiz, Anadolu’da bir numara, ama Türkiye’de ilk 20’nin içinde. Antalya, İstanbul, Ankara’da benzerleri var. Benzerleriyle 20’nin içindeyiz.

SORU; Açılış ve ilk kongre ne zaman olacak ya da ne zaman oldu?
YANIT; İlk açılışta, Türkiye Ortodonti Kongresi yapıldı. Çene cerrahisi, Türkiye çapında. Organizasyon çok başarılı olmadı ama yurt dışından gelenler yurt içinden gelenlerden fazlaydı. Genelde ulusal bir kongre olduğu zaman,yüzde yirmi otuz oranında da yurt dışından konuşmacı, katılımcı olsun isteniyor, artık kongreler hep öyle.

SORU; Kongre merkezi sizi tatmin ediyor mu bu haliyle, hedef ve tasarımlarınız nedir? Kimleri ağırlamak istiyorsunuz?
YANIT; Benim burda kongre merkezinde hedefim, kongrecilerin mümkün mertebe tüm ihtiyaçlarını karşılamak üzere alt yapısını ona göre yapıyorum. Bol toplantı salonu olsun; salonlar tam teçhizatlı olsun, iyi havalandırılılsın, çünkü kalabalık insan topluluğunun saatlerce bulunacağı bir yerin hava kalitesi çok önemli; doğal, temiz hava kalitesi aşağı düşmeden sürsün ki, konuklar verimli olsunlar.

SORU; Kapadokya’da bir numara olan bir kongre merkezi, evet;‘hava kalitesi çok önemli,’ dediniz. Böyle bin beşyüz kişiyi ağırlamak cesaret ister Nebil Bey! Havalandırma kalitesi yüksek. Öne aldığınız başka neler oldu? İletişim, medya! Burdaki kongreyi New York’a bildirecek kadar anında dünyanın her yeriyle iletişim kuracak bir sistem var mı?
YANIT; Zaten bu altyapı internet üzerinden.. geniş bir internet altyapısı kurduk. Tabii bilgisayar altyapım var. Tabii, tele konferans dedikleri sistem. Elimize geçirdiğimiz bütün son sistemleri kurmaya çalıştık. Teknoloji, tabii sürekli yeni şeyler çıkıyor. Türkiye’de, gelen acentelerin söylediği, ‘çok şey düşünülerek yapılmış bir sistem. Kongre merkezi, neye elimizi atarsak, ne istersek bulabiliyoruz.’ Örneğin 50 tane laptop aynı anda, tamam bağlanıyoruz wireless olarak 50 tane aynı anda açılıyor, şarjını da sağlıyor.. kayıp zaman olmuyor bizde, altyapımız var, kesintisiz güç kaynaklarıyla... Biz en çok ihtiyaca hitap eden, en az problem yaşatan bir kongre merkezi yaptık.

SORU; Müthiş.. bunu başlık yapacağız; ‘En çok ihtiyaca hitap eden, en az Problem yaşatan.’
Nebil Bey, Kapadokya bugün dünyada önde gelen bir ‘destination’ değil fakat, Perissia.. konaklama, ağırlama ve Ürgüp, Kapadokya’da eşsiz doğa güzellikleri var. Elektirik kesintisi olmadan dünyaya bir anda açılan dizüstü bilgisayar bağlantıları ve böyle donanımlı teknolojisi ile uluslararası sınırları aşacak mı ve Perissia Oteli ve kongre merkezi dünyada birinci sırada en büyüklerin arasında Kapadokya’yı bir marka yaptı,denilebilir mi?

YANIT; Perissia Oteli ve Münir Tahincioğlu Kongre Merkezi, diyebiliriz. Babamın adını verdim. Evet! Dünyada ilk sıraya girmek gibi bir hedefimiz de olabilir, belki.. ileride. Neden olmasın? Kapadokya bugün dünyada önde gelen ‘destination’ bir marka değil, ama ileride neden olmasın?
SORU; Anne ve babanızın öyküleri de ilginç. Babanız mutlu görünüyor. Hayırlı evlat, diyecekler. Sonuç Tahincioğlu ailesini de mutlu etti mi?
YANIT; Evet! Aile büyüklerimiz açılışa katıdılar. Yüzümün akıyla bu işi tamamladım. Annem ve babam ortaya çıkan bu eserden memnunlar.

Ürgüp, Kasım 2009

9 Aralık 2009 Çarşamba

Uçhisar ve Sayın Şener Oktik; Dördüncü yazı

Değerli İzleyici,
Ekim sonu Muğla/Köyceğiz, ardılı hafta Kasım ayı Uçhisar ve Ürgüp'ten geçti yolumuz, söyleşiler yaptık. Uçhisar’ı sıcak anılarla yaşayan, Muğla Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sayın Şener Oktik karşımızda.

Sayın Oktik, değerli bir bilim insanı. Bireylik odağı çocukluk anılarıyla ilerleyen hoş bir Uçhisar sunuyor bizlere. Aralıklarla birkaç kez sürecek olan söyleşinin ilk bölümünü birlikte izleyelim.
Sevgi içtenlik...
Tekin Sonmez, Stockholm, 9 Aralık 2009

SORU; Sayın Oktik, Kapadokya, Uçhisar bir yana, Muğla bir yana, ikisi de kendi vazgeçilemez değerleriyle saklı dursunlar. Sizi Şener Oktik yapan arkaplana baktığımızda ne göreceğiz? Kapadokya sözcüğünü işitince kulaklarınızda ne tür bir çınlayış olur?

YANIT; Sayın Sönmez, benim ailem Uçhisarlıdır. Ailem Ankara ile Uçhisar arasında.. çocukluğum şöyle.. aslında ilginç bir şekide ailem 1950’lerde, ben doğmadan önce.. bugünkü Almanya sendromuna benzer, Anadolu’daki büyük şehirlere gitme sendromuna uygun olarak.. babam Ankara’ya geliyor ve Milli Eğitim Bakanlığı'nda bir iş buluyor. Ama kafasındaki şekil, işte belli bir malvarlığından sonra dönüp köyünde tarlasıyla çalışmak.. ve buna uygun olarak da Ankara ile Uçhisar arasında, 68-70’lere kadar gidip gelmeler devam etti. Ben dolayisiyle Ankara doğumlu olmama rağmen nüfus kaydım Nevşehir. Üniversite yıllarıma kadar biz her sene yazın burdaki tarlalarımızın, bağlarımızın (üzüm bağlarımız vardı bizim patates de ekilirdi) bunların hepsinin ürününü toplamaya veya ürününe belli zamanlarda müdahale etmeye, işçi tutmaya falan gidilip gelinirdi. Ama, işte eylül başı geldiğinde biz Ankara’ya dönerdik tekrar okula yeniden.. herşey.. işte kılık kıyafet dizilir, kitaplar alınır. Ben Ankara Kurtuluş Ortaokulu ve Kurtuluş Lisesi’nde daha sonra Ankara Fen Fakültesi’nde okudum, ardından doktora yağmak için İngiltere’ye gittim.

SORU; Uçhisar - Ankara arası geçen bir yaşam var arkaplanda, çocukluk öyküleri de bu öze bağlı geçmiş olmalı. Yaşamınızda size hoşnutluk veren çocukluk anıları olmalı. Bu anılar bir ucundan nasıl açılabilir? Tabii hoş şeyler. ‘Eylül başı geldiğinde biz Ankara’ya dönerdik,’ dediniz. Doğa içindeki o duygulu doğal ortamdan uzaklaştınız; Ankara’da bir yıl sonrayı nasıl düşlersiniz?

YANIT; Tabii tabii o yazı.. özlemle çekiyoruz.. hatta şu olurdu.. bakın, ailede benim bir de küçük kız kardeşim var, şu anda o da öğretmen.. o okula başlamadan önce annem ve kız kardeşim yaklaşık olarak işte Nisan sonu Mayıs’ta giderlerdi bir an önce ki, işleri halletmek için. Biz babamla Ankara’da, baba/oğul benim okul kapanana kadar yaşardık. Bu dönem de benim için çok ayrıcalıklıdır, bir insanın babasıyla bir arada kalması... Yani herşeyinizle babanız ilgileniyor, çamaşırınızla babanız ilgileniyor yemeğinizle babanız ilgileniyor o da ayrı bir duygu tabii, ordan bir şeyleri öğreniyorsunuz.

SORU; Evet baba/oğul.. tabii çok ilginç, Turgenyev’in ya da başka yazarların işlediği o konuya, daha sonra dönebiliriz. Bireyin arkaplan öyküsünü kuran, varoluşturan, o çocuğu erginleştiren düzlemde anne baba ilişkisi derin izler bırakıyor; ‘ben çocukluğumun çocuğuyum,’ diyen bilim insanları var. Sizde, baba motifi derin iz bırakmış ve.. bir de Uçhisar - Ankara arası diyebilecek miyiz?

YANIT; Evet, herhalde onun etkisi olabilir, baba oğul, o birlikte yaşamak, diğer yaşantılarda anne baba bir arada olduğumuzda bir aileyiz, bir paylaşılmışlık var.Yani pastadan herkese küçük bir parça.. ama baba oğul olunca yaşamı ikiye bölüyorsunuz..Bakın insanın hayatında hep, böyle hep saklasa da öne çıkardığı yakınlıkları vardır, bazıları annesine, bazıları babasına çok yakındır. O dönemler, sanırım benim babama çok yakın olmamı sağlamıştır. Babamı çok severdim, böyle düşünüp de hani birileriyle sohbet etmek istersiniz de o birileri artık burda olmasalar da yaparsınız ya o sohbetleri.. onlar seçilmiş insanlardır, bunlardan birisi babamdı benim.
Muğla, Kasım 2009

7 Aralık 2009 Pazartesi

Üzüm kütüğü anayurdu; Üçüncü yazı

Değerli İzleyici

Bu blog, ülke değerlerine tanıtım katkısı veren birey, konu ve olaylarla Kapadokya izi sürecek. Bu açıdan iki deneme yazısı sunmuştum.

İlk yazı Aristophanes ve Dionysos. Tarih öncesiyle bizim olan, Anadolu’yu saran ve Anadolu’yu öteki topraklardan ayıran biraz da içrek bir konudur bu. Dionysos biraz da değil çokca Kapadokya’dır.

Kapadokya sözü sınırları esnek bir toprak parçası gibi görünse de, sonuç olarak Orta Anadolu’dur keşif masasında irdelenen yer.

Aristophanes yorumlarıyla Dionysos bu esnek sınırları aşarak Ege’ye Akdeniz’e ulaşan ve evrensel bir platformda başlı başına gündem olan ve edebiyat sınırlarından taşarak daha başka alanları kapsayan ve dar çerçevelere sığmayan ruhsal dinginlikle ve esenlikle doludizgin düşündürücü çoşkun ve içrek bir konudur.

Böyle olsa bile, bugün bile kesin anayurdu saptanamamış üzüm kütüğü kültünün özüne indirgenen Dionysos, bireyine göre hem sert, yakıcı ve yıkıcı fiziksel dünyayı algı ortamı için kolaylaştırdı ve sevimli kıldı, hem de tinsel dünya ile bir inancalar zinciri de oluşturdu.

Kapadokya sözü eşzamanlı bir çağrışım efekti yapacak ve bu konularla biraz içli dışlı olan zihinler için bireyine göre, bireyin bilgi dağarına bağlı algı sınırları oranında düş ve giz kapılarını yeniden yaratacaktır.

Duruma böyle bir açıdan, her türlü güdülemeden uzak, serbest ve bağımsız bir zihinsel etkinlikle yaklaşılınca Dionysos ve üzüm kütüğü kültü ile açılan içsel söyleşiler ve ortaya çıkan derinlik bu konunun tarih öncesi bağlantılarını da derin sulardan çekerek getirecektir.

Bu konuyu nesnel yazın dünyasına sunan ilklerden birisi de, yazılı metinler açısından Aristophanes adı ile öne çıkacak, çağları aşarak bize ulaşacaktır. Ne yapalım ki ister istemez bu böyledir.

Üzüm kütüğü anayurdu, ister Kapadokya olsun ki, bana göre en yakını budur, ister Kuzey Mezopotamya olsun, ister Pera yamaçları, Galata bayırları, İstanbul, ister Kars Platosu üçgenleri içinde Gürcistan Ermenistan, olsun evet ne değişecektir?

Şöyle de olsa böyle de olsa yine Dionysos sahne alır, eldeki verilerle yine Aristophanes sahneye çıkar ve yine Dionysos ve üzüm kütüğü kültü üzerine arkaik yazınsal metinlerini masaya bırakıp geçip gider.

Bu ve başka nedenlerle ilk yazı, Hititler’i de güncelleyen bir düzlemde, Aristophanes ve Dionysos ikilisi ile ilişkin bir deneme yazısı oldu.

Yayınlanışının onuncu yılı olan kincisi ise, yirmi yıl aradan sonra bir kez daha gidişimde yazmıştım ve bu da Radikal Gazetesi’nde (23 Şubat 1998 s.4) yayınlanmıştı. Gelecek yazı ise bir söyleşi olacak.

Açıklamada geciktim. Geçtiğimiz günlerde, Kasım ayında yolumuz ilkin Muğla’dan geçti, ilkin Köyceğiz’de konakladık, ardından yine Muğla’ya döndük ve söyleşiler yaptık. Bununla yetinmedik, nasıl oldu ise bu kez yolumuz İstanbul, Ankara, Uçhisar’dan, Ürgüp, kısacası Kapadokya’dan geçti. Yine söyleşiler yaptık, anı tazeledik ve döndük.

Gelecek yazı bir söyleşi olacak, dedim ya, çocukluğuyla bize Uçhisar’ı anlatan, daha özü Uçhisar’ı Muğla’da yaşayan Sayın Şener Oktik, (Prof Dr, Muğla Üniversitesi Rektörü) söyleşi konuğumuz olacak.

Sayın Oktik, Türkiye ile kendisini içselleştiren değerli bir bilim insanı olmakla birlikte, bireylik odağı olan çocukluk sarmalında güzel yaşam deneyimleriyle ve anılarıyla dolu dolu bir Uçhisar ile ana/baba ocağını unutmayanlardandır. Söyleşi, anılarla ilerleyen bir Uçhisar sunacak.
Sevgi içtenlik...

Tekin Sonmez
Stockholm, 6 Aralık 2009