25 Temmuz 2010 Pazar

Kapadokya'da etkin aktif insan ve yükselen bir turizm kalitesi ve; Yerel Tarih'i kim yazacak?; On ikinci yazı

Kapadokya ne demek? Etimoloji bilimine dönük bir araştırma değil bu soru. Bunu, bu bölgenin yerel tarihi ne demektir, anlamında algılamak doğru olur. Yerel tarih, her yerde genel tarihle bütünleşir.

Yerel tarih yazıya dönüşmedikçe söz kulaktan kulağa uçar ve yiter. Büyük bölümü ise bilinmez. Yerel tarih, belli evrelerle kara deliklerde kalır. Genel tarih de olmaz. Kapadokya için de bu böyledir.

Arkaik belgeler, çoğu güvenli değil. Başka dillerle yazılı olanların denetimi de zorluk çıkarmakta. Bir örnek işte; Amasya doğumlu olmakla tanınan, çocukluk ve ergenlik yaşları Roma’da, Atina’da geçen Strabon, Kapadokya’yı ikinci el öteki gezgin anlatılarıyla yineler ve bunlar genel coğrafya belgeleri olarak kullanılır. Böyle ise bunca eksik arasında konuya nereden başlayacağız?

Yakıcı bir soru atacağız ortaya! Yerli insanın bireyin anlatısı içinde, yaratıcılığa önem veren ve düzmece olmayan bir sahneye bizleri davet eden yerel tarih nasıl yazılır!

Yerel tarihimizi de yabancılar mı yazacak? Bu konu her yerde şöyle gelişir: Tanıtım ve tanıma çalışmaları iki yönlü işler. Çevre ve insan öyküleri yerel tarihi oluşturur. Ürgüp, Göreme, Nevşehir, Hacıbektaş, Uçhisar gibi her yerden insanla yapılan söyleşiler Kapadokya belgeseli olur.

Değerli İzleyici,

Böyle ise Kapadokya ne demek, sorusu, biraz daha açığa çıkıyor burada. Bu bölgede her kültür varlığı bir çok açıdan anlatı konusudur. İnsanlar da böyledir. İnsanlar da doğa kadar güzel ve zengin yeraltı ırmakları kadar berrak ve derindir. Onlara dürüstçe yaklaşmaya görün!

Her yerleşim noktası varsıl doğa güzelliği ile çıkar karşımıza.

İnsan olmadan kültür varlığı diye bir kavram olmaz. İnsan ise nüfus hareketleri ile bir yerden öteye doğru bir beşik gibi ırgalanarak gider gelir. En etkin nüfus hareketleri Doğu Anadolu gibi, Filistin gibi, Pakistan gibi doğurma gücü yüksek toplumlarda ortaya çıkar. Kapadokya son belki yirmi otuz yıldır çok farklı nüfus hareketlerine sahne oldu. Bu nasıl oldu? Şimdi burada bir an duralım!

Şimdi dışarlıklı bir yabancı gibi değil tüf taşı gibi işlenebilir yaklaşımla, özbenliğimiz olan büyülü bir aynadan içimize dolan duygularla bakıyoruz Kapadokya’ya. Kapadokya yerli nüfusu büyük kentlere doğru seyir gösterirken, eğitimli birey kalite çıtasını yükseltip Kapadokya’yı iş alanı seçti. Kaliteli insan kaynağı Kapadokya'yı seçti!

Kaliteli insan kaynağı nedir? Dinamik, düş gücü yüksek, girişimci emek ögesiyle yaratıcı güzellik duyumu olan insan.

Burada yukarıdan aşağıya doğru sıralı düşünceye bakalım. Blog verilerimize bakalım! Tüm ögelere bir kez daha bakınca, bir sarkacın sakin salınımı gibi anlatılar, varyantlarıyla Kapadokya öyküsü çevresinde dolanıyor.

Ne görüyoruz? Kapadokya tek başına bir doğa güzelliği öyküsü değil! Kaliteli insan kaynağı ile Kapadokya nedir sorusu burada önem kazanıyor. Uçhisar’da entelektüel bir ütopyanın gerçekleşmesi var. Ürgüp'te, Nevşehir'de var.

Bölgedeki yükselişte, ağız tadı ile olsun, yaşam gustosu ile olsun işte tümünde damıtık insan yaratısı kaynağına bağlı kalite var ve bunun örneklerini de sunuyoruz.

Aşağıda, bir önceki öykümüzde dört kişi vardı, Filiz, Ülkü, Murat ve Levent. Onları bu kez yine söyleşileriyle (http://aktifetkin.blogspot.com/) izliyoruz.

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, Stockholm 25 Temmuz 2010

29 Nisan 2010 Perşembe

Kapadokya'da entelektüel bir ütopyanın gerçekleşmesinde dört kişi; Filiz, Murat ve Ülkü, Levent ve bir aşk öyküsünün adı ise; Doğa; On birinci yazı

Bir sunumda, bölgedeki yükselişte, ağız tadı ile olsun, yaşam gustosu ile olsun işte tümünde damıtık insan yaratısı kaynağına bağlı kalite vardır. Kaliteli insan kaynağı nedir? İnsan kaynağı olarak kalite; dinamik, verimli, hayal gücünün çıtası yüksek, geçmişi de emek öğesi ile beslenmiş bir arka plan belgesidir. Kaliteli insan kaynağında bir değil birkaç ütopya vardır. Sınırsız imgelem gücü vardır. İstanbul, Kars nereye giderseniz gidin insan kalitesi düşünce, hizmet kalitesi; imgelem, tasarım kalitesi, rafine yaşam standardının çıta seviyesi de aşağı düşüyor.

Değerli İzleyici,

Stockholm'de bazı işleri bir süredir göçmenler yapıyor. Gerek sığınmacılar gerekse Uluslararası Af Örgütü ya da Birleşmiş Milletler kontenjanlı yabancılar; insan kaçakçılığı yolları ile Afrika’dan, Güney Amerika’dan, Mısır, İran, Irak, Rusya, Hindistan, Vietnam, Tayland vb., gelenler İsveç’te bir süredir kent otobüsleri/metro tren sürücülüğü, park, yol, metro temizliği, yaşlılar bakımevi işlerine girdiler.

Belli global kriterlerle balon gibi şişirilen işletmeler temizlik, bakım adı altında kendi taşeronlarını da yaratarak bu işlere girdiler. Temizlik, bakım kalitesi düştü. Stockholm kirlendi.

Kapadokya’da şu görülür. Kaliteli ağız tadı ve yaşam gustosu olan aydın insanlar İstanbul'dan Kapadokya turizm sektörü alanına girdiler. Kapadokya kalitesi yükseldi.

Ürgüp, Göreme, Uçhisar kısaca Kapadokya bizi her konuk edişinde damıtık kalite kriteri olan genç, dinamik, coşkun imgelem gücü, çıtası yüksek olan insanlarla tanışıyoruz.

İşte onlardan bir gurup. Kapadokya'da entelektüel bir ütopyanın gerçekleşmesinde dört kişi; Filiz/Murat ve Ülkü/Levent ve bir aşk öyküsü ve onun adı ise; Doğa...

Doğa! İmgelem, eğretileme, bir metafor olarak alınabilir Doğa! Kapakta ilk görsel sunum var; turuncu kazaklı! Kapadokya entellektüel ütopyasının gerçekleşmesinde Ülkü Levent aşk öyküsünün çocuğu, olsa olsa Doğa olacaktır.

Değerli İzleyici,

Burada bir parantez; Kapadokya için de karşılıksız tanıtım ilkemiz var. Ürgüp Belediyesi Basın Halkla İlişkiler yetkilisi Aslı Hanım bize iki gece olanağı sağladı. Bu süreye dört söyleşi sığdı. Stockholm, İstanbul, Ankara, Ürgüp'e bakın; gidiş/dönüş hiçbir yerden maddi katkı ve destek aramadık.

Yerel tarih; Belediye Başkanları söyleşileri kalır. Başkanlık programları, rastlantılar ve başkanlık danışmanları hüneriyle oluşan bir trafiktir bu. Nevşehir Belediye Başkanı danışmanı aşılamadı. Bir akşam önce son dakika telefonu ile Göreme Belediye Başkanı Sayın Nuri Cingil, sabah Ürgüp Belediye Başkanı Sayın Fahri Yıldız söyleşilerine koştuk (altta) yola geç çıktık ve Uçhisar Belediye Başkanı Sayın Osman Süslü söyleşisi (altta), Ankara yolu karanlığa kaldı. Basın/Halkla İlişkiler yetkilisi Özge Hanım çözüm üretti bir gece konuk etme önerisi yaptı. Rastlantılar diyalektiği ve Özge Hanım'ın becerisi burada sahne aldı ve Doğa'yı, Şıra'yı tanıdık. Evet ne yazık balon şenliğini kaçırdık. Ülkü Hanım hayıflandı! 'Söyleseydim. sabahları hava açıksa burdan yükseliyorlar.'

Kaya odada o gece geçti, balonlu erken doğa şöleni kaçtı.

Fakat son an, Erciyas'ı ince iplerle Şıra Teraslarına çektik; Filiz/Murat ve Ülkü/Levent dörtlüsünü tanıdık; Uçhisar'da damıtık bir tad ve yaşam kalitesi; Kapadokya kazanmış!

Şarap, bağcılık öğretim görevlisi olan Murat Bey söyleşisi http://kentinsanolay.blogspot.com/ kulvarında koşacak.

Kardeşler, abla Filiz Hanım, İtalyan, Levent Bey İspanyol; ikisi de filoloji mezunu. Ülkü Hanım ekonomist. 'Otel Şıra Kapadokya' ütopyasını ve kendilerini yakından tanıyalım.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 29 Nisan 2010Burada bir ütopyanın yükselişini görüyorum. Ülkü/Levent Özkıran ve Filiz Yankı ile doğaçtan biraz da tanışma havasıyla söyleşiyoruz. Nasıl! Nasıl oldu, diye soruyorum.

Levent Bey, Ülkü Hanım'ın eşi, Doğa'nın babası diyor ki; '91'de kokartlı rehber oldum, şu an da devam ediyorum. 2001'de burayı satın aldık. Kapadokya’nın farklı bir yere gideceğini biliyorduk, ama 2001 yılına kadar buralar harabeydi.Ben, Ankara, Cebeci İltekin İlkokulu, Mimar Kemal Lisesi, 86’da, Asronomi ve Uzay Bilimlerinde iki sene okudum, sonra bölüm değiştirerek İspanyol Filolojisini bitirdim. Turizm o zaman rağbet görüyordu, yavaş yavaş rehberliğe başladım, uzun yıllar hep Anadolu rehberi olarak çalıştım. O şekilde, işte.. başlangıç olarak İstanbul olmak üzere, tüm Anadolu’da büyük turlara rehberlik yaptım yıllar boyunca.

Rehberlik bugün ne durumda?

Tekin Bey, Türkiye’de rehberliğin kalitesi de gitgide düşmeye başladı, herşeyin kalitesinin düşmeye başladığı gibi. Eskiden rehberler kaliteliydi. Bizim Murat’ın dönemi! Hakikaten rehberlerin herbirinin diplomat olduğu, Türkiye’yi en iyi şekilde tanıttığı insanlar vardı. İşin içerisine para girmeye başladı, daha ticari bakmaya başladı acentalar, rehber enflasyonu yaratıldı. Kalite çok önem taşımamaya başladı, grubun başında olsun da, hani çok fazla bir şey anlatmasa da olur tarzında, daha bir para kazanmaya yönelik rehberlik doğdu açıkcası, biz soğuduk.

Ülkü Hanım, Levent Bey öncesi siz de rehberlik yaptınız mı?
Tekin Bey, ben buraya gelinceye kadar, daha doğrusu Levent’le evlenene kadar turizmle ilgim yoktu. Ekonomi okudum. Reel sektörde satış pazarlama müdürlüğü yapıyor turist olarak geziyordum. Beş sene kadar önce bıraktım, burada turizmci oldum.

Filiz Hanım, sizin böyle bir büyük rüyanız var mıydı?

Tekin Bey bir şunu hayal ediyorum; zaman zaman aramızda konuşuyoruz.. biz dördümüz de eşimle ben de evet, Bozcaada tutkunuyuz. Bozcaada’ya ben ilk gittiğimde Bozcaada'ya aşık oldum. Evlendiğimiz ilk yıllardı. Hepimiz çok mütevazı insanlarız işte bütün bu birikimlerimizle bir bağ aldık orda. Şimdi takılıyorum, diyorum ki bir bağ da burada evet...

Ülkü Hanım, sizleri tanıdık; dört kişi çok yakın, içtenlikli çaba gösteren, yaratıcı düş gücü olan bir aile, bu zinciri büyütmeyi düşünür müsünüz, beş on yıl sonra? Aynı şeyin bir benzerini Ürgüp’te, bir benzerini Bozcaada’da.. böyle bir şey olabilir mi sizin ikinci bir otel rüyanız yok mu?

Tekin Bey, çok yanlış bir zamanda sordunuz! İstanbul’u özlüyoruz! İnşaat aşamasında gidebiliyorduk, iki üç ayda bir bulunuyorduk orda. Ama açıldıktan sonra iş için gidiyor, başka bahanelerle çok kısa zamanlı kalıp geliyoruz, şu anda bir yorgunluk var, o yüzden yanlış zamanda sordunuz dedim. Ama, şöyle, sizin dediğiniz gibi, şimdi otelde işler yoluna oturmuş olsa, resepsiyonda birisi olsa, mutfakta Filiz'in yardımcısı olsa da, biz bir yer almış olsak.. restore etsek, aslında hoş tabii bunlar.. restore ediyor olsak, rahat rahat, işin başında.. Güzel bir rüya.

Filiz Hanım sizin Bozcaada aşkı devam ediyor değil mi?

Tekin Bey, bu proje için, yani ilerisi için onu düşünecek ve yapacak gücümüz şu an yok. Fakat, o bağlamda Levent ve Ülkü'ye diyorum ki, Murat ile biz Bozcaada’da keşke şöyle küçücük bir yer yapsak ilerde. Buradan giden misafirler, mesela İtalyanlar, bir hafta gezerler, bir hafta denize girerler. Bozcaada'yı bilenler son yıllarda arttı ama çok da turist yok. Yani turist gitmez Bozcaada’ya, yavaş yavaş artmaya başlamış. Orda bir yer yapsak da diyoruz, burda kalan misafirlerimizi oraya göndersek, ordan buraya gelseler.. böyle.. bir rüya tabii.
Aralık, 2009 Uçhisar, Nevşehir

Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez

27 Nisan 2010 Salı

Kapadokya Söyleşileri de yerel tarih kaynağı olarak canlı birer arka plan belgesidirler ve Belediye Başkan Sayın Nuri Cingil ile söyleşi; Onuncu yazı

Çocukluk anıları hem yerel toplumsal tarih, hem o bireyin kişilik tarihi hem de içinde bulunduğu aile tarihini içerir. Tümüne bakınca tıpkı bir sarkacın sakin salınımı gibi anlatılar, varyantlarıyla temel öykü çevresine sarılır.

Bölge insanına, bireye dönük olan ve onları sahneye buyur eden ve düzmece olmayan yerel tarih nasıl yazılır? Evet!

Pekçok yerde olduğu gibi, Ürgüp, Göreme, Nevşehir ve Uçhisar’da tanışlarım oldu. Kırk yıl gibi bu süre içinde gerçekleşen değişim evrelerine kısa sürelerle tanık oldum. Bunlar, hem de fotoğraf arşiviyle bu satırların yazarı için insan kaynağı olarak canlı birer arka plan belgesidirler.

Değerli izleyici,

Birbirleriyle ilgisiz, ayrı yönlerde olsalar da bir yazar olarak sırası geldikçe şöyle ya böyle onları anmak isterim. Tanıtım çalışmaları iki yanlı işler. Çevre tanıtımı, tanıdığım insanların bireylik öyküleri ile yerel tarihi oluşturur. Bunlar da Ürgüp, Göreme, Nevşehir, Kapadokya yerel tarih belgeseli olurlar.

Bir önceki sunumda ilkleriyle ünlü Boyalı Köyü toprağıyla yoğrulmuş bir eğitimci var. Buna benzer iki değerli eğitimci-yöneticinin söyleşilerini daha önce yayımladık. Prof. Dr. Sayın Oktik ve Uçhisar Belde Başkanı Sayın Süslü ile olan anlatılar da aşağıda. Bugün bu anlatılara bir yenisi katılacak ve bir anlamda bunlar giderek Kapadokya yerel tarih arşivi olacak. Son dönem Göreme Belediye Başkanı seçilen Sayın Nuri Cingil ile olan söyleşisiyi birlikte izliyoruz.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 27 Nisan 2010 SORU; Sayın Nuri Cingil, Başkan olmadan çok önceleri, çocukluğunuzdan anılarını sizden işitmek nasıl olur?
YANIT; Sayın Sönmez, 1958 doğumluyum , ilkokulu Göreme’de, ortaokulu Uçhisar’da, liseyi Nevşehir’de tamamladım. kasabanın şu andaki fiziki yapısından daha geriye dönük bazı hatıralarımız var, şu anda belediyenin, bulunduğumuz binanın olduğu yer büyük alandı. Harmanı dövenle burda kaldırırdık, küçüktüm burda bir de mezarlık vardı, Avcılar İlkokulu yazardı. Şu anda eski bina, bir de yeni bina var, yeni binanın olduğu yer mezarlıktı. Unutamadığım bir olayı paylaşayım sizinle 63-64 yılları ilk dönemlerinde babam Almanya’ya gitmişti, orda iki buçuk yıl kaldı, sonra döndü geldi. Biz burdayız, o dönemlerde Ortahisar’lı bir arkadaşı var, İbrahim amca o izine gelmiş, Almancıların meşhur naylon gömlekleri vardı, onlardan babam bana göndermiş, ben bunu hiç unutamam.

SORU; Nuri Bey yıl 63-64.. Okula gidiyor muydunuz?
YANIT; Belki başladım veya başlamak üzereyim. Naylon gömleği babam İbrahim amca ile göndermiş. Annem de evde yok.. bağımız var oraya gitmiş ordan dönüşte (koyun olur, keçi, sığır olur, eşek olur vesaire, onlara ot toplamak için gidiyor) merkeple beraber ot basmış çuvallara geliyor, şu anda gözümün önünde. (Ben Aydınlı mahalleliyim) Bu mahallede, caminin ordan o sokakta parke taş falan yoktu, topraktı biraz, sokaklarda duvarlar.. kenarları şişik böyle, yağmur zarar vermesin su ortada aksın diye, böyle bir yapı olurdu. Çeşmenin üzerinde bir balkon gibi, dam gibi yer var, ordan aşağıdaki sokaktan görürsünüz. Ordan baktım annem geliyor, ben de gömleği giydim.. dizkapağımda uzun. Koşarak daldım sokağa tabii annemi bir kucakladım.. dedim ki; ‘babam bana gömlek göndermiş.’

SORU; Mavi gömlekle okul anıları da var mı Nuri Bey?
YANIT; Evet! İlkokulda ikinci sınıfa kadar Münire diye bayan öğretmenim vardı. İlk okulun önündeydi, istiklal marşından sonra geldi başımı okşadı öğretmen, dedi ki; ‘Bak Nuri, ben senden çok ümitiyim, senin gözlerin de mavi, sen, Atatürk gibi adam olacaksın,’ dedi. Bunlar benim paylaşmak isteyeceğim hatıralardır. Bunu da hiç unutmam.

SORU;Çocukluk, aile, okullar Başkanlık rüyası var mıydı?
YANIT; Yoktu! Biz büyük ve köklü bir aileyiz. Biz bu kasabada doğduk büyüdük, herkesi biliyoruz, tanıyoruz, dedem bir de kasabada böyle sevilen bir aile büyüğüymüş, bir ikincisi kimseyi geriye çevirmemiş. Dedem İstanbul’a gitmiş eskiden çorap örme makinası getirmiş, hala daha makina var bizde, duruyor. Çorap örerlermiş, çorap örüldüğü zaman böyle aşağı doğru bu kancalarla, ağırlık demirleriyle beraber aşağıya doğru çeker çorabı.. lakap olarak bize 'çorapçılar' da derler. Onun akabinde, dedemin ismini almışım, dedeme de Nuri Çavuş derlermiş, 'Nuri Çavuş Sülalesi' derler bize de burda.

SORU 'Nuri Çavuş Sülalesi' kaç nüfuslu bir aile?
YANIT; Babam ve amcamdan olan çocuklar, bizler.. belki bir kırk beş elliye varız. Çoğunluğu Göreme..Nevşehir, Ankara, Almanya bile var. On beş sene önce şöyle bir teklif oluştu. Dedim ki, 'bakın bizim çocuklarımız var büyüyor, işte onun torunu oluyor onun çocuğu oluyor, o bir başka yere gidiyor.. açılıyor mesafe. Ne yapalım? (İki tane büyük, amca oğlu var, onu adı da Nuri) Benim de en büyük ağbim, o da Almanya’da, o da geldi. Dedim ki; 'Gelin karşılıklı biz şöyle bir şey yapalım! Ne yapalım? En büyükten başlayarak küçüğe kadar herkes 20 günde bir ailemiz bir araya geleceğiz. Aile toplantısı.. ve çok şükür biz, 15 senedir biz bunu yapıyoruz. Soyaile toplantısı yapıyoruz.

SORU; Bunu ailede siz mi başlattınız, sizin öneriniz mi?
YANIT; Evet, ben başlatıyorum, benim önerim bu, onlar da buna diyor ki 'çok güzel bir şey bu, hadi başlıyoruz. Ben 89’dan önce çeşitli ticaetlerle uğraştım, benim gezmediğim ülke de kalmadı. Ben şoförlük de yaptım, kamyonculuk da yaptım, tırcılık da yaptım, ticaret de yaptım. Romanya, Bulgaristan, Çekoslavakya, İran, Suudi Arabistan, Irak, Macaristan, Almanya, Belçika, Hollanda bütün oraları gezdim gördüm. Evet ben burada büyüdüm, memleketimi de biliyorum. Çoğu illeri gezdim. Şimdi, 89 itibariyle kasabadaki o dönem belediye başkanının turizmin artıları yükselmeye başladığı dönemde kasabada bir tesis yoktu. O dönemlerde biz üç yıldızlı bir proje çizdirdik kasabamıza. Belki duymuşunuzdur, Çiner Otel var, orası bize ait olan bir yer. Biz üç yıldızlı bir proje çizdirdik ve orayı yaptık.

SORU;Soyaile ve üç yıldızlı proje, turizm artısı için değil mi?
YANIT;Türkiye üzerinde, özellikle Kapadokya’yla beraber bizim çocukluğumuzda 80 sonrası turizmde bir atlama sağlandı. Şimdi olayın özü şu, turizm sevgi ve saygının hoşgörüyle beraber, özverinin birleştiği bir meslektir.

SORU;Temel hoşgörü, saygı! Herkes turizmci olamaz mı?
YANIT; Evet! Sebebine gelince turizm sabır isteyen bir iş, turizmde birebir tükettiğimiz insandır.

SORU; Birebir tüketilen.. Tüketilen çevre değil de insan mı?
YANIT; Evet! Bunun sebebi şu bakın turizmde tükettiğimiz insan, biz ne tekstil sektörüne benzeriz, ne temizlik sektörüne benzeriz, ne de gıda sektörüne benzeriz. Onların deposu var bizim depomuz yok. Bizim yedeğimz yok, hani sizinle burda konuşuyoruz gezmeye gelmişiniz ben konaklama tesisindeyim veya bir satış yerindeyim veyahut restorant yemek işinde hizet ediyorum. Sizin buraya nasıl geldiğiniz değil de bizim için, nasıl gittiğiniz önemli. Böyle olmak zorundayız.

SORU; Turizm sektörünün temeli insan mı size göre?
YANIT Evet, insandır. Bakın, şu seyahat eden insan, seyahat eden insan sosyal ve ekonomik anlamda güçlü bir insandır. Tabii, seyahat eden insan. Ve bunu da burdaki insanların bu değerleriyle koruyaraktan, işte nasıl geldiğinden daha çok ziyade nasıl gittiği önemlidir.
(Nevşehir - Göreme, Kasım 2009)
Foroğraflar; Feryal Özkale SonMez

18 Nisan 2010 Pazar

Bu blog, ülke değerlerine tanıtım katkısı veren birey ve olayla Kapadokya izi sürecek ve Ürgüp Belediye Başkanı Sayın Yıldız söyleşisi;Dokuzuncu yazı

Kayseri-Ankara yolum büyülü bir düşten geçti o gün. Peri bacaları ve fantasya denilir bunun tümüne!*

Bu blog hep o ilk simgelerle, tanıtım paneli kapsamında sizinle birlikte size doğru koşacak.

İlkin, 1997 o ışıklı güz, Son Oğuzlar köyünde çektiğim fotoğraflarla Sivas yolu dönüşümde yazmışım (23 Şubat 1998) Kapadokya’ya 70'li yıllarda ilk gidişimi de siyah beyaz fotoğraflarda bulurum. Evet, on yılı aşkın bu ilk izlenimler yazısı, bir edebiyat metni olarak ve Kapadokya için başlayan tanıtım çabalarımın ilki olarak bu blogda ilk yazı olarak yayımladım.

Değerli İzleyici,

İlkleriyle ünlü Boyalı Köyü toprağıyla yoğrulmuş bir eğitimci var bugün. Buna benzer iki değerli eğitimci-yöneticinin söyleşilerini yayımladık. Prof. Dr. Sayın Oktik ve Uçhisar Belde Başkanı Sayın Süslü ile olan anlatılar da aşağıda. Bu anlatılar bir anlamda Kapadokya yerel tarih arşivi olacak.

İçeriden bir anlatı daha; Baba, kendi deyimiyle “toprak insanı, aynı zamanda köyümü 15 sene muhtar olarak yöneten bir baba.” Ailede yönetici geleneği var. İlk kitap, ‘Kırmızı Başlıklı Kız,’ bir dönemin Ürgüp simgesi olan ve Karain Köyü’nde başlayan ve “seyyar kütüphane” diye anılan bir hareket - olgu süreci ile bu kitap eline ulaşmış. Ürgüp’e 8 km. Boyalı Köyü'nden beş çocuklu bir ailenin ortanca oğlu, son dönem Ürgüp Belediye Başkanı seçilen Sayın Fahri Yıldız söyleşisini izliyoruz.

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, 18 Nisan 2010 StockholmSORU; Sayın Fahri Yıldız baba-oğul anısı anlatır mısınız?
YANIT; Babam, Boyalı Köyü’nde on beş yıl muhtarlık yaptı, beş kardeşiz, ben ortancayım, hiçbir konuda önümüzü kapamadı. Açık bir insandı. Köye ilk elektriği getiren idareciydi. Köye, evde akan suyu, köye ilk asfaltı getiren babamdı. Bu ilkler bölgede bizim köyümüzde yaşanmıştır.

SORU; İlkleriyle ünlü Boyalı Köy okulunda mı okudunuz?
YANIT; Evet! 1930 yılında halkın katkılarıyla yapılan çok değerli bir yapı tarzı olan bu okulda okudum. cumhuriyetin ilk eğitim semeresinden faydalanan bir köy, benim köyüm. Köyümde okuma yazma bilmeyen insan yok. En yaşlısı da bilir. Dolayısıyla eğitim ortamı iyi olan bir köy.SORU; Ürgüp-Boyalı Köy Okulu mezunu Fahri Yıldız, hangi okulları-yolları aşıp Ürgüp Belediye Başkanlığı'na ulaştı?

YANIT;Köyümün okulundan sonra ağbimin ortaokulda başarısız olması benim de başarısız olacağım anlamına geliyordu babama göre. Dedi ki, 'Ağbin okumadı sen de okumaya devam etme.' Ben ısrar ettim ille okuyacağım. 'Beni göndeceksiniz.' Öğretmen Okulu sınavlarına girdik, kazanamadık hasbelkader, Nevşehirde yeni açılan İmam Hatip Lisesi orta kısmına yazıldım. Liseyi de ordan bitirdim. 60’lı yıllar bu. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi şu anki adıyla (o zaman Yüksek İslam Enstitüsü idi) orayı bitirdim, öğretmenlik görevine başladım. Hatay, İskenderun, Kırşehir, Çiçekdağı, Çankırı Orta, Kocaeli, Kandıra ve Nevşehir, Ürgüp Lisesi Müdürü oldum.

SORU;İlk kitap köye ve çocuk Fahri Yıldız'a nasıl ulaştı?
YANIT; Tahsin Güzel kütüphanenin çalışan memuruydu ve haftada bir kez, seyyar eşeğiyle, iki tarafına bavullu özel yapılmış kitap kütüphaneyi yükler, bizim okulun önünden köye getirir, açar, biz ödünç kitabı alırız, haftaya o gelmeden bitirelim telaşıyla okur bitirir, haftaya geldiği zaman onu verir ötekini alırdık.

SORU; Bu köye ve Ürgüp’e nasıl bir eser bırakacaksınız?
YANIT; Köyümüzü sordunuz önce! Köyümüzde benim mezun olduğum ilkokulumuz şu anda taşımalı sistem nedeniyle terkedildi, metruk durumda ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Onu restore ettirmek gibi bir projemiz var. Ürgüp’le ilgili olarak da, Ürgüp bir turizm beldesi.

SORU; Turizm sektörü, yatırımcılar yeteri kadar talep olmayışından yakınıyor. Buna nasıl bir çözüm olabilir?
YANIT; Hayır bizim yatırımcılarımız çok şikayetçi değiller çünkü şurdan anlıyoruz şikayetçi olmadıklarını, bizim onlardan bazı misafirleri ağırlama konusunda yer talebimiz oluyor. Doluluk oranının yüksek olduğunu söyleyerek bize sıkıntı çıkarıyorlar. Bu anlamda oteller dolu demektir. Dolayısıyla bizim esnafımız şu an itibariyle turizmden memnun, ama özellikle bu tur operatörlerin düzenlediği turlar biraz turizmi sıkıntıya sokuyor gibi. Sadece belli başlı yıldızlı otellere hizmet eder durumda görüntü var, çarşıya inme gibi sıkıntıları var turistlerin. Bu açıdan esnaf sıkıntılı ama genel olarak Ürgüp’ün turizmden sıkıntısı yok. Ürgüp’te en büyük sorunlardan bir tanesi konut sıkıntısı.

SORU; ‘Sorunlardan bir tanesi konut sıkıntısı,’ dediniz. Ürgüp göç alıyor ve sit alanı. Ürgüp’ün nüfusu artıyor. Köyler boşalıyor! Konut sorunu nasıl çözülür?
YANIT; Köyler kışın boşalıyor yazın doluyor. Ürgüp köylerinden.. adam hem köyünde tarlasını işliyor, hem de şehirdeki modern hayattan istifade etmek için Ürgüp’ten ev alıyor, göç böyle.. hem köyde evi var, hem Ürgüp’te. Şimdi bizim Toki'yle ilgili bir çalışmamız var şu anda, bin konutluk projemiz var. İlk etapta 500, ikinci etapta bir 500 daha. Ulaşlı’nın alt tarafındaki mevkiye, çalışmaları tamamladık.

SORU; Ürgüp’te su gibi bazı sorunlar sürüyor mu?
YANIT; Altyapımız bozuk... katı, sıvı atık.. katıyı bir müteahhit firmaya verdik, o ayrıştıryor taşıyor götürüyor.

SORU; Kardeş kentler.. nerede kardeş kent var?
YANIT; Girişim bizden önceki dönemde olmuş, Almanya’da Dillenburg, küçük bir şehir oraya gittim, belediye eşbaşkanıyla görüştüm. Bunu ısıtalım, genişletelim diye görüştük. Biz özellikle şu anda Üsküp kentiyle.. Üsküp’ün ortasından geçen nehrin bir tarafı eski Osmanlı, bir tarafı Avrupa. Makedonya’da ve bizim orayla ilgili ön çalışmamız var, bize uygun olan hem isim, bakın, isimde de bir benzerlik var Ürgüp - Üsküp. Onlar da sıcak bakıyorlar bu olaya. Bununla ilgili.. karşılıklı Türk ırklarıyla ilgili kardeşlik bağlarını kuvvetlendirme çalışmalarımız var, inşallah.. yani bir kardeş şehir geliştirmeye çalışıyoruz. Yunanistan’da Larissa var, Larissa'yla Mustafapaşa devam ediyor.

SORU; İşiniz kolay değil! Uçhisar, Nevşehir Göreme.. güzel rekabet, tatlı sert bir yarış var mı öteki ilçelerle aranızda?
YANIT; Ürgüp ve Kapadokya güzel, ama her zaman güzelin güzeli, iyinin iyisi vardır, daha iyi yapmaya çalışıyoruz. Biz kendimizle yarışıyoruz, kendimize bakıyoruz ama gizli bir rekabet her insanda vardır.

(Ürgüp, Kasım 2009)
*Tekin SonMez, fotoğraflarla 'Peri Hazinelerinin Peşinde,' Radikal Gazetesi, 1. sayfadan, 4. sayfa)

9 Nisan 2010 Cuma

Kapadokya’da geleneksel toprak ve insan.. Prof. Dr. Sayın Şener Oktik ve söyleşinin üçüncü bölümü; Sekizinci yazı

'Kapadokya’da sekileme yapar, oraya toprak koyar maydanoz eker, domates eker, elmasını, kaysısını yetiştirir ama çoğu zaman bunları ticaret için yapmaz, kendi yaşamı için yapar.' Bilim insanı olması nedeniyle Sayın Oktik, Kapadokya'yı başkalarının görmediği bir açıdan gösteriyor ki analitik deneme yazılarına kaynak yapılabilir bir değişim dinamiği ortaya çıkıyor onu dinlerken. Bu konuda 60’lı yıllardan belge olabilir canlı kesitler de veriyor. Büyük bir üniversitenin rektörü olmak özellikle bizim toplumda şefkatli, hoşgörüsü yüksek, bazı sıkıntılı durumlarda bile gülümseyerek hayata ve geleceğe bakabilen özverili bir sevecenlik yeteneği de ister. Sayın Oktik bu özellikleriyle seçkin bir bilim insanı.

Değerli İzleyici,

Kapadokya’yı geleneksel toprak insan ilişkisi ve kendisi için üretimi ile bu söyleşide biraz daha yakından tanıyacağız. Canlı anılarla Muğla doğasında Uçhisar’ı yaşayan Rektör Prof. Dr. Sayın Şener Oktik ile yaptığımız söyleşinin üçüncü bölümünü birlikte izliyoruz.
Sevgi içtenlik...

Tekin SonMez, Stockholm, 8 Nisan 2010SORU; Sayın Şener Oktik, aileniz Uçhisarlı, siz Ankara’da doğdunuz. 60’lı yıllar ve Ankara Nevşehir arasında Uçhisar’da yazları bir kaya evde kalan çocukluk anıları. O kaya ev duruyor mu?

YANIT; Tekin Bey, babam tabii ki ordaki uzun dönem yaşamını güzelleştirmek için çok güzel bir ev yaptırdı Uçhisar’da ve biz bu evde yaşadık, resimleri var. Hatta geçenlerde gidip yeniden çektim, bir otel zincirinin parçası olmuş durumda. Evi de otelin bir parçası haline getirmişler. Bizim çocukluğumuzun geçtiği (yapılış şekli aslında bir kayanın uzantısı üzerine kurulmuş bir ev, kayanın içindeki bölümde soğuk bölge var, burda birtakım şeyleri saklıyorsunuz, ordakilerin tabiriyle şırahane denilen, pekmez yaparken üzümün ezildiği bölüm var. Benim çocukluğumda vardı, şimdi orayı başka amaçla kullanıyorlar) temel yapı orda duruyor, gittim gezdim.

SORU; Kapadokya kaya evleriyle ünlü! Kaya evlerde yaşam geleneğini yüzlerce yıl öteye bağlayan bu toplumu, sizin açınızdan ürettikleriyle tanıyalım. En tipik, en önemli özellik.. nasıl tanımlayacağız?

YANIT; Bence en önemli şey Kapadokya’da sürdürülebilir bir yaşamın olmasıdır. Kapadokya bölgesinde insanlar tükettiklerini üretmeye çalıştılar hep. Fakat başka bölgelere, örneğin Çukurova’ya gidin, Çukurova'daki bütün yapılanlar ticaret içindir, büyük arazileri eker biçer onu satar onunla karşılığında birşey alırlar. Kapadokya'da görürsünüz, insanlar kendi üzümünü, kendi patatesini, kendi buğdayını.. yani kendine has birşeyler yaparak sürdürülebilirliğini sağlıyor. Pekmezini kendi kaynatıyor, ekmeğini kendisi yapıyor, tavuğunu kendisi yetiştiriyor; koyunu, keçisi herkesin birşeysi var. Hiçbiri ticari meta değil.. bir anlamda değil.

SORU; Hiçbiri ticari meta değil, ama koyunu, keçisi var dediniz. Böyle pastoral dünyada çocukluk resimleri de var mı?
YANIT;Yani bakın yine.. evet.. 60’lı yıllar herhalde, hafızamdan gitmeyen resimler de vardır bu gidiş gelişlerden. Evde bir keçi vardı hiç unutmuyorum, keçi öldü, keçinin bir yavrusu vardı, yavru ortada kaldı ve yavruyu kardeşim gibi sütle besledim, büyüttüm ve yavru benden ayrılmazdı. Hiç unutmuyorum, o bölgeye çok turist gelirdi. O yavruyla turistler benim çok sayıda resmimi çekmişlerdir, adres alıp çoğunu da gönderdiler bana.. öyle resimlerim vardır benim.

SORU; 60’lı yıllarda Kapadokya kendi tüketimi için üretim yapıyordu, dediniz. Toplum bunu sürdürüyor mu?
YANIT; Benim 7-8 yaşlarında olduğum, tabii tabii 61-62.. o yıllar her aile kendi içerisinde yeterli bir döngü içerisindeydi. Bana göre farkı bu; bakın toprak yoktur, bir sekileme yapar, oraya toprak koyar maydanoz eker, domates eker kaysısını yatiştirir, elmasını. Ama çoğu zaman bunları ticaret için yapmaz. Tüketim için yapar. Kendi yaşamı için. Çünkü Kapadokya'da çok büyük, öyle ekip biçip de ticaret yapacak arazi yok aslında. Büyük ölçüde şu kadar araziye pamuk ekeceğim, bu kadar araziye buğday ekeceğim de bundan şu kadar ürün alacağım, bundan da ticaret yapacağım, demek mümkün değil. Şimdi Kapadokya'nın bu karakteri değişti, bir müddet sonra nüfusun artışıyla o bölge bu yaşamını sürdüremez hale getirdi..

SORU; Nüfus artışı o bölgenin bu yaşamını sürdüremez hale getirdi, diyorsunuz. Nüfus hareketleriyle gidenin yerine yenisi gelmedi mi?

YANIT; Sürdüremez hale getirdi getirdi ama Kapadokya özel birşey oldu. Bakın, incelediğinizde göreceksiniz, bu bölgedeki insanlar ticaretin taşıyıcısı oldular. Kapadokya'da çok sayıda kamyon şoförü vardır. Kapadokya'da çok sayıda kamyon vardır. Buna bağlı olarak Nevşehir'e bakın, bunların yan sanayileriyle sanayileşmiştir. Daha önce at arabası yapılırdı. Nevşehir'e gittiğinizde en çok ne yapılır, diye bir sorun. Şimdi karoser yapılır, kamyon arkası yapılır. Taşıyıcılık çünkü evet. Taşıyıcılık yapıyorlar. Bunlar işte nerden, Çukurova'dan alıyorlar ihtiyaç olan Doğu'ya, Ankara’ya vesaire vesaire yerlere götürüyorlar.

SORU; Sayın Oktik, Kapadokya'yı başkalarının görmediği bir açıdan gösteriyorsunuz ki analitik deneme yazılarına kaynak yapabileceğim bir değişim dinamiği ortaya çıkıyor sizi dinlerken. Turizme dönük genç kuşak, toprakla bağını sürdüren eski kuşak kadar mutlu mu size göre?

YANIT; Gençler, biz ve bizden daha genç olan grup turizmden büyük beklenti içine girmişler, onun rutinleriyle hayatlarını döndürüyorlar. Nedir bu, işte turiste bir çay satabilmek, yahutta bir halı satabilmek, kadınlara, artık özelliklerini kaybetmiş olan birtakım örgüleri ördürerek.. ama baktığınız zaman hiçbir özelliği olmayan şeyler...

SORU; Turizm geldi! Eski kuşak toprak ilişkisiyle nerede, değişen toplumda yeni kuşak kendisine nasıl bir rol yükledi size göre?

YANIT; Kaçınılmaz olarak Kapadokya'da turizmle beraber insanlar toprakla ilişkisini kopardı maalesef. Babamın o eski çocukluk arkadaşları halen şu anda ki onların hepsi 68 ve 80 yaş arası grubu bunlar toprakla hala uğraşmaya çalışıyorlar, hala o eski nostaljik olarak babasından kalan küçük toprak parçasına gidiyor, elma ağacının dibini kazıyor, yahut onu ilaçlıyor falan. Müthiş bir dinçlik var yani. Onları da görüyorum, çok mutlular.

Tüm Kapadokya fotoğrafları/arşiv; Tekin Sonmez kamerasından, söyleşi; Muğla, Kasım 2009

24 Ocak 2010 Pazar

Gaudi'nin memleketi Barselona arasında kardeş kent tasarımları ve Uçhisar Belediye Başkanı Sayın Süslü ile söyleşi; Yedinci yazı

Cinlerin külahları da denilebilir kişisine ve sırasında ışık/gölge oyunlarına göre erotik simgelerle deli dolu maskeler dünyası da denilebilir uzaktan bakılınca.

Barselona'ya gidenler Gaudi adı konusunda simgelerle dönerler geriye. İşte bu Gaudi, Kapadokya'da peri bacalarını görmeden La Sagrada Familia mimarlık anıtını yapamazdı, diyenler de karşınıza çıkabilir.

Kapadokya, demek kolay! İyi de Kapadokya ne demek? Şimdi bir yabancı gibi değil de tüf taşı gibi işlenebilir bir yaklaşımla, özbenliğimiz olan büyülü bir aynadan içimize dolan duygularla bakıyoruz Uçhisar'a.

Değerli İzleyici,

Yolumuz yine Kapadokya'dan geçti. Eğitimci olmakla kalmayıp, Uçhisar Belediye Başkanı da olan Sayın Osman Süslü ile de söyleşi yaptık.

Uçhisar doğumlu olmanın ayrıcalığını içinde duyan ve bu beldeye hizmet hedefini anlatan Sayın Süslü'den önce, bölgenin tanıtımına katkı ereği ile farklı deneme yazıları, fotoğraflar, söyleşiler sunduk. Evet bu blog'un ilk hedefi bölgenin farklı tanıtımıdır. Bu bölgenin insan değerlerini de ortaya çıkarmak istiyoruz. Çünkü çevre değerini ancak bölgeyi özüyle algılayan değerli insanlarla ortaya koyabiliriz. Bu nedenle bu insanları hem tanımak hem de tanıtmak gerekiyor. Bu bölgeye emek ve ömür vermekle kalmayan, bu bölgeye gönül veren değerli insanlarla verimli söyleşiler yaptık. Sevgiyle geçen çocukluk anılarıyla Uçhisarlı, Muğla Üniversitesi Rektörü Sayın Şener Oktik ile dolu bir söyleşiyi yayımlamıştık.

Ürgüp'e büyük umutlarla büyük yatırımlar yapan ve konferans salonlarıyla Avrupa'yı bu bölgeye davet eden, bir ide bankası gibi Kapadokya'ya için sürekli yeni düşler kuran ve daha ilk okulda, dahiler sınıfına alınan Sayın Tahincioğlu söyleşini de bu blog'da yayımladık.

Bugün ise Uçhisarlı eğitimci ve Uçhisar Belediye Başkanı Sayın Osman Süslü Avrupa kardeş kent üzerine tasarımlarıyla karşımızda. Çocukluk anılarını daha sonra yayımlamak üzere söyleşiyi birlikte izliyoruz.
Sevgi içtenlik...
Tekin SonMez

Stockholm, 24 Ocak 2010SORU; Sayın Osman Süslü, Uçhisarlı olmak ayrıcalıktır, diyenler var . Siz Uçhisar doğumlusunuz ve burada Belediye Başkanısınız. Bu size heyecan ve mutluluk veriyor mu?

YANIT; Tekin Bey, ben 1968 Uçhisar doğumluyum, evet. Çocukluğumda Uçhisar’ın kasabasının kuruluşunun ilk mahallesi olan Tekeli mahallesinde geçmiştir. Tabii şu anda çok daha değerli kıymetli olan bu mahalle, butik otelerin büyük kaliteli tesislerin bulunmuş olduğu bir mahalle, bu mahalle ve bu sokaklarda büyümüş olmanın vermiş olduğu bir heyecen var, bir mutluluk var.

SORU; Burası bir müze kent, doğa sanatları müzesi diyelim. Peysajlarla sarılı bir çevresi var. ‘Perai Bacaları’ burada daha çok çne çıkıyor, doruklardan bakınca. Gaudi, İspanyol mimar. Barselona’da yaşadı ve eserleri orada. Eserleri bize Uçhisar’ı anlatıyor. Çok bilinen bir marka Gaudi. Barselona kent olarak bir marka. Uçhisar Barselona, kardeş kent girişimi var mı?

YANIT;Tabii ki memnuniyetle, bu konuyu inceleyebiliriz. Neden olmasın! Gamze Hanım, Gaudi konusunu unutmayın! Tekin Bey ben eğitimciyim, biz bu konulara açığız, geçen ay meclis toplantımızda kardeş şehir konusunda bir karar aldık. Bundan önce iki tane girişimimiz oldu, iki tane ziyaretçimiz oldu, kenti belediye başkanları yardımcıları bizleri ziyaret ettiler. Bu konuda sitemizde ayrıntılı bilgi var.

SORU; Yurtdışında yaşayan gurbetşçiler var. Bu konuda neler yapıyorsunuz?

YANIT; Evet! İç Anadolu bölgesinden Almanya’da yaşayan Türklerin oldukça fazla miktarda sayısı var, Almanya’da ki Türklerden de bir takım bilgiler aldık, görüş alışverişlerinde bulunuyoruz. Özge Hanım bu konuda irtibatları sağlıyor. Onlarla da Almanya içerisinde çalışmalarımız var. Romanya ve Almanya’daki girişimleri ciddi olarak görüyorum, çünkü sürekli görüş alışverişinde bulunuluyor, sıcak bakıyoruz, arzu ediyoruz. Barcelona’yla kardeş kent de güzel bir fikir.

SORU; Sayın Başkan, Stockholm’de bu bölgeden kalabalık bir grup var, onlarla da bağlantı kurmak ve davet edilirseniz Stockholm’e gelmek gibi düşünceniz olabilir mi?

YANIT;Tabii memnuniyetle neden olmasın, hele bizim bu bölgeyi temsil ediyorsalar bu kişilerle mutlaka tanışmak, fikirlerini almak, bu bölge için, gelecekte nasıl bir Uçhisar istiyorlar, nasıl bir bölge istiyorlar, bizden talpeleri beklentileri nelerdir.. bunları dinlemek ve kendi birikimlerinden de faydalanmak isterim, böyle bir davet olursa memnuniyetle katılırım, katılmak isterim, onlarla da tanışmak ve bölgemiz için kasabamız için en hayırlı hizmetleri elbirliğiyle yapmaktan da büyük bir memnuniyet duyarım.

Uçhisar, Kasım 2009

13 Ocak 2010 Çarşamba

Uçhisar’ı Muğla doğasında sıcak anılarla yaşayan, Prof. Dr. Sayın Şener Oktik ile ikinci söyleşi; Altıncı yazı

‘Babamı çok severdim, hani birileriyle sohbet etmek istersiniz de o birileri artık burda olmasalar da yaparsınız ya o sohbetleri.. onlar seçilmiş insanlardır, bunlardan birisi babamdı benim,’ diyen Sayın Oktik, değerli bir bilim insanı.

Büyük bir Üniversitenin rektörü olmak, bir anlamda, özellikle bizim toplumda, şefkatli, hoşgörüsü yüksek, bazı sıkıntılı durumlarda bile gülümsyerek hayata ve geleceğe bakabilen sırasında baba gibi kol kanat gerici bir performans ve özverili bir sevecenlik de ister.

Sayın Oktik ile söyleşi ilerledikçe bu meziyetin ardında arkadaşlık bağlarıyla yücelen bir baba sevgisi ve babanın getirdiği kitapla açılan bir yeryüzü ilgisi ortaya çıkıyor.

Çağdaş ruhbilim bireyi oluşturan ögelerin arkaplanında, o insanın hayatını etkileyen bir ‘aysberg’ olduğuna inanır.

Değerli İzleyici,

Bu söyleşi sevgiyle geçen çocukluk ve Uçhısar onaylanması gibi ikinci bölümü ile ilerliyor. Sıcak anılarla Uçhisar’ı Muğla doğasında yaşayan, Rektör Prof. Dr. Sayın Şener Oktik ikinci kez karşımızda.
Sevgi içtenlik...
Tekin SonMez

Stockholm, 13 Ocak 2010SORU;‘ onlar seçilmiş insanlardır, bunlardan birisi babamdı benim,’ dediniz, bu ‘yaşamı ikiye bölmede’ sırasında baba mesleği de bu ‘seçilmişlik’ açısına katkı yapmış olabilir mi?

YANIT; Evet, herhalde onun da etkisi olabilir... Babam.. şöyle, Ankara’ya geldiğinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın (Ankara’da belki hatırlarsınız şu anda Gazi Üniversitesi) arkasında bir basımevi vardı, babam o basımevinin veznedarıydı. Bakın çok ilginçtir bu benim hayatımda, hep anlatırım, MEB biliyorsunuz 1000 temel eser adı altında, bütün klasikleri bastı, daha klasikler piyasaya çıkmadan bize bir kopye gelirdi. Şimdi ben.. yani ben gençliğimden beri okusam da okumasam da gözümün takıldığı, olarca yüzlerce klasik bugün de evde vardır.

SORU; Çok müthiş bir hazine tabii ve çok ilginç basımevi.. basımevi.. İşte bu çok önemli çünkü ben hep perdeyi aralayıp bakıyorum, insanların arkaplanını diyorum. Şimdi sizi daha farklı bir yerde görüyorum .. arkaplan bir ucuyla Uçhisar, o arkaik kültürün de verdiği yaşam biçimi.. bir yanı da 1000 temel eser klasikleri arasında bir 'çocukluk' ve 'seçilmiş' imgelemi ile bir baba.. çok şaşırtıcı şundan şaşırtıcı, öylesine öyküler karşımıza çıkıyor ki..insanları ilk başta birer silüet, foto objesi gibi görüyorsunuz.. sonra bir açıyorsunuz.. arkada böyle bir derinlik çıkıyor.. şaşırtıcı olan bu öykü.. peki o yıllarda sizi çeken bir yazar oldu mu?

YANIT; Olmaz mı.. Stendhal.. taa 12-13 yaşında tanıdım.. Şimdi biliyorsunuz Ankara’da bir memurun kitap alması pek kolay bir iş değil, (gidip de parasını, (MEB. ucuz kitapları da olsa verip almaz) öyle bir alışkanlık yok ama bu, işte çalıştığınız yerde sizin önünüze sunulmuş bir olanak, onlar tüm çalışanlarına veriyorlar zaten.. forma bozuk oluyor, piyasaya çıkmıyor.. onalardan bizim eve.. hani bugün de böyle yaa şunu bir vaktimi ayırsam da bir daha okusam şu.. mesela bir anda gelebilir. Bakın Karamazov Kardeşler’i ben o zaman okudum ve o Karamazov Kardeşlerin benim üzerimdeki etkisi.. hala gözümü kapadığımda Alyoşa’yı ben gözümün önünde görürüm. Çok ama.. çok sayıda kitap okudum.
Muğla, Kasım 2009